Mutlu olmak, neşe saçmak, gülümsemek harika. Peki kendimizi o kadar da mutlu ve sevgi kelebeği modunda hissetmediğimiz günler? Peki öfkelendiğimiz anlar? Peki melankolik zamanlarımız? Korkularımız? Elbette bunların girdabına kapılıp gitmenin kimseye bir faydası yok. Ama üzgünsek üzgünüzdür. Öfkeliysek öfkeliyizdir. Farkında mısınız yüzü biraz düşmüş, kendini iyi hissetmeyen insanlardan cüzzamlı gibi kaçmaya başladık. “Enerjimi düşürüyor” diye… Ve biz de varlığımızla karşımızdakine iyi gelmeyeceksek kendimizi kapatmayı tercih etmeye başladık. Çünkü etrafımızdakiler için “yeterince mutlu” değilsek maskemizi tamir edene kadar etraflarda görünmemek daha iyi. Çünkü ayıp bir şey üzgün, korkmuş, öfkeli, hüzünlü olmak. İşin pis tarafı bu “kötü” duyguları yok saymaya, halının altına süpürmeye çalıştıkça onları besliyor ve büyütüyor oluşumuz. Ben buradayım diye bağırmak için seslerini gürleştirmek zorunda kalan duygular, biz dönüp açık yüreklilikle onlara bakmadan bir yere gitmiyorlar.
Kendi deneyimimizin tamamına kucak açamazsak karşımızdakini nasıl olduğu gibi kabul edeceğiz? Sadece iyi hissettiren deneyimler, sadece iyi hissettiren insanlar ve ortamlarla kendimizi sınırladığımızda konfor alanımızdan çıkıp büyümeyi nasıl başaracağız? Ne kadar utanç ya da acı verici olursa olsun hiçbir parçamızı reddetmeden nezaketle kabul edebilirsek insan olmanın hakkını vermeye yaklaşmış oluruz diye düşünüyorum.
Süper kahraman olmanın dayanılmaz ağırlığı
Çok duyduğum bir ifade: “Bu konularla bu kadar ilgileniyorsun, sen de hala tuzağa düşüyor musun?” Bu konular diye bir tanım var öncelikle. Sanırım kişisel gelişim ve psikolojiden söz ediliyor. Koçluk yapmaya başladığımdan beri de “E sen kendi söküğünü dikemiyor musun ki?” sorusu başladı. Terzi söküğünü dikmeli, dikemiyorsa terzilik yapmasın tamam. Peki bu sökük bir kereye mahsus olarak mı sökülür? Bazen diktiğiniz yerden yeniden sökülür, bazen bambaşka bir yerde sökük olduğunu fark edersiniz. Tekrar tekrar dikersiniz. Bazen de bakmışsınız sökük falan değil kocaman bir yırtık var. İşinizi kolaylaştırmak için destek alırsınız isterseniz. Ben alırım. Çünkü bu konular denen konularla ilgilenmek de, koçluk ve eğitmenlik yapmak da beni kurşun geçirmez yapmaz. Aksine kurşun geçirmeye göğsümü açtığım, açabildiğim için gurur duyarım kendimle. Benim güç tanımım bu çünkü. Kurşun geçirmemek değil yara alma ihtimalini bilerek kendimi açabilmek. Eleştirilmek, yargılanmak, küçümsenmek ihtimalini bilerek, bu ihtimallerden hala biraz korkarak ama bu korkuya rağmen görünür olmak. Karşılığında ne duyacağını bilmeden seni seviyorum diyebilmek. Mükemmel olmama hakkını kendime verebilmek. Bu benim için hem güç hem de özgürlük.
Düşme özgürlüğünü kendime vermeye başladığımdan beri düştüğüm yerden daha çabuk kalkabiliyorum. “Acımadı ki acımadı ki” diye numara yapmadığım zaman acıyan yerlerin altındaki bilgeliği, farkındalık fırsatını yakalayabiliyorum. Acıdan kaçmıyorum. Ama girdabına kapılıp kaybolmamak için de uyanık kalmam gerektiğini biliyorum. Eğer kaybolursam beni sarsıp uyandıranlara şükürler olsun.