Söz büyüdür!
İncil “başlangıçta söz vardı” ifadesiyle başlıyor, evrenin yaradılışını bu ifadeyle anlatıyor. Don Miguel Ruiz, “Sözleriniz sizin yaratma gücünüzdür, size doğrudan Tanrı’dan gelen armağandır. (…) Ama iki yanı keskin kılıç gibi, sözünüz en güzel rüyayı da yaratabilir, etrafınızdaki herşeyi yok da edebilir” diyor.
Sözün kötü kullanımı kara büyü gibi bir etki yaratır: Aptalsın. Senin ellerinde salaklık var (annemin öğretmeninin lisede söylediği ve annemin 40 yıldır unutmadığı meşhur hakaret). Amma pasaklısın. Ne kadar sorumsuzsun. Kargalar kaçtı bet sesinden. Sen mümkünse sus, hiçbir şey anlamıyorum söylediklerinden. Bu yemeği sen mi yaptın, belli, dışarıdan söyleseydik vb… Eğer bu sözlere bir an inanma gafletinde bulunursanız, kara büyü etkisini göstermeye başlar ve siz gerçekten de yemek yapamaz, şarkı söyleyemez, iki lafı bir araya getiremezsiniz. Ta ki biri çıkıp da büyüyü bozana kadar!
Margueritte ile Öğleden Sonra
Gerard Depardieu’nun oynadığı Margueritte ile Öğleden Sonra filminde bu büyü-bozumunun harika bir örneği var. Filmin orijinal ismi: La Tete en Friche.
Germain Chaze (Depardieu) çocukluğundan beri başta annesi ve öğretmeni olmak üzere herkes tarafından aptal, beceriksiz, vasıfsız, özelliksiz olduğuna inandırılmış bir adam. Iri yarı, heybetli görüntüsünün altında sevgi dolu bir yapı olduğu belli ama ne yalan söyleyeyim, izleyici olarak bu adamın aptallığına başlangıçta ikna oluyorsunuz. Bilgisizliği cehalet sandığımız gibi, bizim gibi olmayan herkese de aptal yaftasını yapıştırıyoruz hemen.
Germain’in yaptığı 3-5 farklı işi topladığınızda, bizim gözümüzü dolduracak bir tane meslek çıkmıyor ama çıkmak zorunda mı ki?
Bu adam hayatı boyunca kendisini bu dünyada bir fazlalık gibi hissettiği için ismini sürekli savaş kahramanları için yapılan bir anıta yazıp duruyor ve yetkililerle devamlı papaz oluyor. “Ben de varım, ben de buradayım” diyen hüzünlü bir çığlık aslında bu hareketi.
Neyse ki sahneye çok geçmeden Margueritte çıkıyor. Ben diyeyim 88, siz deyin 92 yaşında, epey yaşlı, sıskacık, küçücük bir kadın. Son derece zarif, şefkatli, duyarlı, tüm dünyası kitapları olan, kültürlü ve ilginç bir kadın. İşte bu serçe kadar kadın öyle bir iş yapıyor ki, Germain’in ne kadar özel, yetenekli ve dikkate değer bir insan olduğunu hem ona hem de hepimize gösteriyor. Tahtadan yonttuğu zarif biblolar, Margueritte için yaptığı ahşap, şık baston, bahçesinde yetiştirdiği her sebzenin dilini bilmesi ve dinlemek konusundaki ustalığı karşımızdaki kaba ve cahil adamın sahip olduğu duyarlılığı bir bir anlatıyor aslında.
Margueritte, yıllardır etkili olan ve sözle yapılmış olan büyüyü bozuyor. Çocukluğundan beri okuma bozukluğu olan adam (ki bu bozukluğun sebebi de dayaklık ilkokul öğretmeni), artık gözleri görmeyecek olan yaşlı kadına kitap okuyabilmek için var gücüyle çalışıyor. Germain öğrenebilen ve öğrenme konusunda da büyük hevesi olan bir adam. Ve bize zeka ile duyarlılık arasında yaptığımız seçimi yeniden sorgulatıyor.
Size kimler kara büyü yaptı?
Etrafımızda her zaman büyüyü bozacak ve bize ne kadar özel, yetenekli ve önemli olduğumuzu söyleyecek birilerini bulmak zor tabi. Iyi haber şu ki, büyü altında olduğumuzu fark ettiğimiz anda büyü kendiliğinden bozuluyor aslında. Gözümüzü dört açıp hangi sözlerin etkisinde olduğumuza arada baksak hiç fena olmaz. Belki bir zamanlar birileri kalçalarınıza geniş dedi diye hep aynı tip giysiler alıp, bunu bir de kendi seçiminiz sanıyorsunuz. Ya da el işi öğretmeniniz sakar dedi diye sakar olduğunuza inandınız. Hatta birileri bir zamanlar sizi katı yürekli olduğunuza, hep yalnız kalacağınıza, asla zengin olamayacağınıza inandırmış olabilir. Inandığınız anda sözün büyüsü etkisini göstermeye başlar. Neyse ki bozmak için hacı hocaya ihtiyacımız yok.