Aralık 13, 2022

Selvin Canbeyli

Ali Dayı atımı getir, geçmişe dönüyoruz!

il_fullxfull.1237462709_ru31

Dört ya da beş yaşındayım. Yeni bir eve taşınıyoruz. Evimiz eski evle aynı semtte ama başka bir mahallede. Bütün eşyalarımız yeni eve getiriliyor. Bir tek benim sallanan atım yok içlerinde. Soruyorum atım nerede? Ali Dayı getirecek diyor annem. Ali Dayı eski apartmanımızın görevlisinin adı, neden dayı diyoruz adama bilmiyorum. Ali Dayı atımı getirmiyor. Günler geçiyor. Pencereye yapışmış bekliyorum. Sokaktan geçen herkese dikkatle bakıyorum. Haftalar geçiyor. Anne atım nerede? Ali Dayı getirecek. Ali Dayı gelmiyor. Ben pencerede, at yok, Ali Dayı yok. Zamanla zihnim oyunlar oynamaya başlıyor bana, Ali Dayı elinde atımla sokakta beliriyor, kayboluyor sonra. Aylar geçiyor… Unutacağıma gittikçe daha büyük bir tutkuyla hayal ediyorum tahta atımın detaylarını, Ali Dayı’nın kafasından çıkarmadığı kasketiyle yüzünün kıvrımlarını, gözünün çevresindeki derin kırışıkları, ağzının kenarında tuttuğu sigarasını aklıma kazıyorum ki görünce tanıyayım onu. Gelecekler, bekliyorum. Hiç usanmadan hayal kuruyorum.

Bu yazının devamında hayal gücüm ve tutkuyla istemeye devam ederek o ata nasıl kavuştuğumu anlatacağımı sanıyorsanız, maalesef yanılıyorsunuz. Ali Dayı da tahta atım da hiçbir zaman gelmedi. Ama ben o taşınmanın üstünden 33 yıl geçtikten sonra o cama yapışmış kız çocuğuyla tekrar burun buruna geldim.

”Bir hayal mekanı var ve tamamen gerçek.”

Robert Moss‘un Rüyalar Tesadüfler Hayaller kitabının 9. bölümünün adı Hayal Etme Eylemi.

Yazar görüntülerin gerçeklik deneyimimizi ürettiğini ve yapılandırdığını söylüyor. Görüntülerin oynadığı rolün ve etkileşimlerimizi belirleyen imajları seçme, atma ve dönüştürme yeteneğimizin farkında olup olmadığımıza bağlı olarak, hayatlarımızın daha fazla veya daha az gerçek olabileceğini iddia ediyor.

Diyor ki Moss: ”Hayatlarımızdaki en büyük kriz, hayal krizidir. Bir yerde takılıp kalırız ve kendimizi bir kısır döngüye kaptırırız çünkü hayalimizde durumumuzu yeniden yaratmayı reddederiz. Bir dizi negatif veya sınırlandırıcı görüntüyle yaşarız ve bunlara gerçeklik deriz. Çünkü kendimizi geçmişin belirli bir versiyonuna veya çok yönlü bir halüsinasyona mahkum ederiz. Geçmişteki ya da şu andaki durumumuzu bırakıp, olmak istediğimize yönelmeye cesaret edemeyiz ve bildiğimize, tanıdığımıza tutunmayı tercih ederiz.”

Kitabın devamında engellerimizi imgelemeyle nasıl aşabileceğimizi örneklerle anlatıyor yazar. Gizli sabotörleri saklandıkları karanlıklardan çıkarmak için kendimizi nasıl tarayabileceğimize dair de basit bir yöntem öneriyor:

• Hayatınızdaki bir sorunu veya bir zorluğu tanımlayın.

• Sessiz bir yer ve zaman seçin, gözlerinizi kapatın ve bedeninizde konuyu en güçlü şekilde hisseden yere odaklanın.

• Şimdi o zorluğun bir görüntüsünün size görünmesini isteyin.

• Görüntüyü gördüğünüz zaman bilinçli bir şekilde üzerinde çalışıp onu değiştirip değiştiremediğinize bakın.

Son maddede görüntü üzerinde çalışmak derken kastettiği, örneğin görüntü arapsaçına dönmüş bir yumaksa onu çözmek ve ihtiyaç durumunda kullanılabilecek bir halata dönüştürmek…

”O güzel çocuk, o güzel ata binip gitti.”

Benim sallanan at vizyonu işte bu çalışmayı denediğimde çıktı ortaya. Hayalkırıklığı ile ilgili bir çalışma yapmaya karar vermiştim. Ve o duygunun bir görüntüsünü istediğimde cama yapışmış Ali Dayı’yı bekleyen çocuğu gördüm. Neye inanmıştı o çocuk? Ne kadar uzun süre tutkuyla istersem, yaşayacağım hayalkırıklığı o kadar büyük olur. O zaman tam da yerinde kırabilirdim bu inancı. Ali Dayı’yı kafasında kasketi, ağzının kenarında düşmeden durabilen sigarası ve elinde tahta atımla çağırdım sahneye. Çocukken de defalarca hayal ettiğim sahnenin aynısıydı bu: Ali Dayı elinde sallanan atımla sokakta aniden belirir… Ne var ki çocukken hayalim burada bitiyordu. Bu sefer Ali Dayı oflaya puflaya beş kat merdiveni kucağında atımla çıktı ve emaneti 33 yıl sonra teslim etti. O durduğu yerde sallanan at, benim için vahşi bir kısraktı artık. Özgürlüğe, zafere, umuda, başarıya, mutluluğa dört nala koşan ve sadece bana ait bembeyaz, güzel ve güçlü bir at!Ve ben de o atın üzerinde adeta bir Jeanne D’arc!

Bu imgeleme çalışmasının bende yarattığı etki çok güçlü oldu. Robert Moss da görüntünün bir enerji yükü taşıdığını ve tüm bedene elektrik kıvılcımları gönderdiğini anlatıyor. Beden imajinal bir olayla fiziksel bir olayı birbirinden pek de ayıramıyor, çünkü her ikisi de bedenin elektrokimyasal durumunu değiştiriyor. Dolayısıyla benim tahta at, bana özel vahşi bir ata dönüştüğünde ve ben de onun üstünde zafer turları atmaya başladığımda, muhtemelen nöropeptitleri harekete geçirerek kendi kimyam üzerinde bir etki yaratmış oldum.

Şimdi kendi gücümü hatırlamaya ve bana ait olana sahip çıkmaya ihtiyacım olduğunda kullanabileceğim nurtopu gibi bir vizyonum var artık.

Herman Hesse’in dediği gibi:

”İçimizdeki gerçeklik dışında bir gerçeklik yoktur. Pek çok insanın gerçek olmayan bir hayat yaşamasının nedeni budur. Dışlarındakini gerçek olarak kabul ediyor ve içlerindeki dünyanın kendini ortaya koymasına asla izin vermiyorlar.”

İçerideki gerçekliği değiştirmeden dışarıdaki gerçekliğe etki etmenin çok zor olduğunu biliyoruz. Koçluk çalışmalarında ve grup meditasyonlarında da defalarca tanıklık ettiğim bir nokta bu. Kişi bir duyguyu iliklerinde, kemiklerinde, tüm hücrelerinde uyandırdığı zaman o duygunun ait olduğu gerçekliği de hızla yaratmaya başlıyor. Olumlu da olsa, olumsuz da olsa… O halde bilinçli bir çabayla kendi gerçekliğimizi yaratmayı en azından deneyebiliriz. Gerisi kader, kısmet ve ali dayılar :)))

Çocukluğunuza ve hayallerinize sahip çıkın, çünkü her ikisi de yolunuzu aydınlatıyor.

Paylaş:
Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

Benzer Yazılar